Veli DALBUDAK

Selam Olsun

DAHA FAZLA GÖKYÜZÜ

Goethe, çocukluğunu Frankfurt’ta geçirmiştir. 18. yüzyılın bu güzel şehrini anlatırken, evlerinin arka penceresinden baktığında, uçsuz bucaksız, bakım

DAHA FAZLA GÖKYÜZÜ

Oturduğum koltukta içim geçmiş. Birbirine yapışmış kirpiklerimi zorlukla ayırmaya çalışırken, hafif aralanan gözlerim, pastel renkli bir tabloyla karşılaşıyor. Resim, yavaş, yavaş uyanan beynim tarafından da algılanmaya başladığında, küçüklü, büyüklü kare ve dikdörtgenlerin sistematik olarak dizildiğini görüyorum.

Rüyadan gerçeğe geçişte zorlandığım bu resim, pek çoğumuzun penceresinden görünen metropol klasiği. Yarı uyanık halde pastel bir tablonun içindeyken, bütün uzuvlarım uykudan ayıldığında, karşı binanın, insanın ufkunu daraltan heyula görüntüsünün içine düşüyorum.

Yirmi iki senedir İstanbul’da yaşıyorum. Galiba bina görmekten sıkıldım. Ayrıca şundan da eminim ki, binaların karakteri, orada yaşayan insanların üzerine siniyor. Ruhsuz duvarların arasında, stresi besleyen frekanslar dolaşıyor. Biraz ufuk, biraz derinlik, biraz gökyüzü arzuluyorum. Daha fazla yeşil, daha fazla mavi, daha fazla güneş istiyorum. Köyüme mi dönmeliyim yoksa tüm bunlar için.

Küçük bir çocukken, köydeki evimizin penceresinden baktığımda, yaklaşık iki kilometre mesafedeki tarlada çalışan annemi ve babamı hayal, meyal seçebiliyordum. Bu aydınlık ve geniş ufka bakarken, çocuk ruhum ne hikayeler hayal ederdi. Ne yazık ki bu hikayelerin hiçbirini yazmadım. Ama bilinç altımda yer ettiklerine inanıyorum.

Goethe, çocukluğunu Frankfurt’ta geçirmiştir. 18. yüzyılın bu güzel şehrini anlatırken, evlerinin arka penceresinden baktığında, uçsuz bucaksız, bakımlı, güzel bahçelerin uzandığını anlatır. Bir doğa aşığı olan bu büyük insanın eserlerinde, zamanın ve mekanın büyük etkisi görülür. O, nehir kenarında bulunan patikalarda yaptığı yürüyüşlerin keyifli izlenimlerini paylaşırken, bize de düzensiz yapılaşmış bir metropolün, yarı uyanık zihnimize yaptıklarını yazmak düşüyor.

Gerçi, haksızlık etmeyelim İstanbul’un kuzey tarafındaki tabiat güzelliklerinin her biri, paha biçilmez değerde birer elmas gibi. Beykoz’dan Şile’ye kadar iç içe geçmiş deniz ve orman harika manzaralar sunuyor. Geçenlerde bir iş için Anadolu Kavağı’na gittim. Buraya çok eskiden beri gelirim, çehresi yıllardır hiç değişmedi. Burası tam bir köy, üstelik her türlü şehir konforu da mevcut. Balıkçı köyü ama turizme çok önem veriyorlar. Tepedeki tarihi kaleyi yerliden daha fazla yabancı turistler ziyaret ediyor. Hem karadan hem denizden ulaşılabiliyor. Çok önceki yıllarda, yalnızca denizden bağlantı varmış. Yüşa Peygamberin türbesi de yolunuzun üzerinde. Ayrıca, şu anda askeri tesislerin içinde kalan, meşhur Marko Paşa’nın konağıda burada. Anadolu Kavağı’ndan yaklaşık on kilometre ileride Poyraz ve Anadolu Feneri köyleri var. Boğazın giriş karakolları. Manzaraya bakmaya kıyamazsınız, o kadar güzel.

Tam da bu bahsettiğim bölgeden üçüncü köprünün geçmesi düşünülüyor. Karşıya geçerken her iki köprüde saatlerce trafikte beklemenin acısını, sıkıntısını ve zaman kaybını çok yaşayan biriyim. O sırada, üçüncü, dördüncü ve hatta beşinci köprülerin derhal yapılması gerektiğini, geç bile kalındığını düşünüyorum. Ama eğer köprü, eşsiz güzellikteki bu bölgeyi de bina mezarlığına dönüştürecekse, o zaman, kırk kere düşünüp, bir kere yapalım derim. Siz de gidin görün, bana hak vereceksiniz.
Veli DALBUDAK

selyus