Veli DALBUDAK

Selam Olsun

EN ASİ GÖSTERİCİ

Çocukluğumun çeksen uzayacakmış gibi duran çelimsiz kolunun incecik bileği, onu saracak olan saatin hayalleriyle yanıp tutuşuyordu.

EN ASİ GÖSTERİCİ

Çocukluğumun çeksen uzayacakmış gibi duran çelimsiz kolunun incecik bileği, onu saracak olan saatin hayalleriyle yanıp tutuşuyordu. Ta ki her oğlan çocuğunun korku dolu gözlerle ilerlediği inceden travmatik kahramanlık seremonisine kadar. Narin bileğim o gün ilk kez sarıldı işlenmiş deriden bir kayış tarafından. Babamın hediyesiydi yanılmıyorsam. Hevesle koluma taktığım saat beni çok mutlu etmişti. Arkadaşlarımla koşup oynarken gözüm hep saatte olduğu için taşa toprağa takılıp defalarca düştüğümü hatırlıyorum.

O zamanlar bolluk değil kıtlık zamanlarıydı. Henüz Çin mallarının doldurduğu “Bir Milyoncu” mağazalarının açılmasına 30 yıl kadar vardı. Mahallede bisiklet bir elin parmakları kadar, otomobil ise hiç yoktu. Birkaç tane de eski püskü motosiklet vardı galiba. Şimdiki çocukların gözdesi Playstation şöyle dursun, Atari bile yoktu. Bilgisayarların atası Commodore 64 eksi 10 yaşındaydı. Televizyon seçkin evlerde vardı. Sadece Salı akşamları “TV’de Türk Sineması” için o seçkin evlerde toplanılırdı. Evin salonu sinema salonu gibi olurdu. 20- 30 kişi sıra sıra dizilir, film başlayınca ışıklar söndürülürdü. Nefes bile alınmazdı. Yalnızca, kavuşamayan esas kız ve esas oğlan için dökülen gözyaşlarının saklanamayan hıçkırıklı ağlamaları duyulurdu.

Yani kısacası bir kol saati o günlerin önemli ve değerli bir hediyesiydi. Saat beni mutlu etmişti. Etmişti etmesine de, travmatik kahramanlık olayının ardından acılar içinde süslü püslü cibinlikli yatağıma yattıktan sonra, büyük bir nefret ilişkisi başladı aramızda. Deli dolu olduğu yerde duramayan , fıkır fıkır kaynayan bir çocuk için yaralı tavşan gibi yatağa mahküm olmak ve dakka başı kolundaki saate bakarak zamanı hızlı geçirmeye çalışmaktan daha sıkıcı ne olabilirdi. Zaman çok yavaş akıyordu. Neresinden bakarsan bak, sıkıcı bir şeydi bu saat. O zaman biraz eğlenceli hale getirmenin bir zararı olmazdı herhalde. Saatin üzerindeki düğmeler beni istediğim zamanlara, istediğim takvimlere götürebilir, getirebilirdi…

Küçük saatimle büyük zaman yolculuklarına yelken açtım. Akreple yelkovanı fırıl fırıl geriye döndürüp, çok eski zamanları anlatan masalların içinde yedi başlı ejderhalarla dövüştüm. Ağzından ateşler fışkıran canavarların zulmüne son verdim, efsanevi güçleri olan keskin mi keskin kılıcımla. Denizlerin hakimi Sinbad oldum. Azgın dalgalar gemim, gemiler batıran rüzgar yelkenim oldu. Dalga bitti, rüzgar kesildi. Bir balığın karnında buldum kendimi. Okyanusları aştım, o karanlık kamaramda. Ve balık bir dağın başında kustu beni. Dünyanın tüm mücevherlerini orada buldum…

Derken dönüp saatime baktım. Tekrar akrep-yelkovan isimli zaman makineme bindim. Fırıl fırıl ileriye döndürdüm bu sefer. 500 kanallı, insanı neredeyse canlıymış gibi gösteren televizyonların olduğu diyarlara gittim. Başka, başka tuhaf cihazlarda vardı. Televizyona benziyorlardı ama daha küçüktü ve üzerinde harflerle rakamların olduğu bir parçaları daha vardı. Biraz daktiloya benziyordu ama deli gibi çat çut sesleri çıkmıyordu. Yazılı kağıtlar sessizce çıkıyorlardı incecik bir delikten. Bir de insanların elinden düşmeyen, ara sıra ceplerine koydukları küçücük bir telefon vardı. Herkes her yerden herkesi arayıp konuşabiliyordu. Kimse komşuya gidip, şehirlerarası telefon yazdırıp, sonra da saatlerce çıkmasını beklemiyordu. Sonra yüksek binalara şaşkın şaşkın bakarken, yolları tamamen doldurmuş çeşit çeşit otomobiller aklımı başımdan aldı. Daha ileriye gidemezdim. Çok uzaklara gelmiştim. Daha çok küçüktüm. Tekrar saatime baktım. Akrep ve yelkovanı hızlı hızlı geriye çevirmeye başladım. Çok zor da olsa evime dönmüştüm. Üstelik, ben seyahatlerde dolaşırken zaman hızlı geçmiş, yaralarım da iyileşmiş, artık arkadaşlarımla rahat rahat koşup oynayabilecektim.

Yalnız tek bir sorun vardı. Babamın sünnet hediyesi güzel kol saatim artık çalışmıyordu. Bütün düğmeleri beni zamanın içinde gezdirebilmek için seferber olduğundan, saatim bu kadar yoğunluğa ancak birkaç gün dayanabildi. Gördüklerim ve yaşadıklarım beni ne kadar etkilediyse, saatimi de o kadar etkilemiş olmalı ki, sevimli bir bilge edasıyla zamana hakim olduğunu düşünen sevgili saat tamircimize, sürekli bir isyanın işareti olarak, hiçbir zaman vakti doğru göstermedi. Daima, kendi dilediği zamanın ve takvimin en asi göstericisi oldu.

Veli DALBUDAK

İlginizi çekebilir

YASTIĞA BAŞINI KOYDUĞUNDA

YASTIĞA BAŞINI KOYDUĞUNDA

selyus