Lerzan Tuğba ŞAHİN

Bir Varmış Bir Yokmuş

VİRÜS BEYNİMİZDE HIZLA YAYILIYOR

Ne virüsü? Bu da nereden çıktı gibi dediğinizi duyar gibiyim. Fakat çok ciddi olan durumu en kısa ifadeyle resmedecek başka bir cümle kuramadım. Buyrun, birlikte ele alalım bu konuyu.

Aylar önce Bill Gates’in Münih Güvenlik Zirvesi’nde yaptığı konuşmasından bir kesit zihnimi çok kurcalamıştı. Konuşmasında ‘biyoterörizm’ tehlikesinden bahsediyor ve bilgisayarda üretilen bir virüsün yayılmasıyla bir yıldan daha kısa bir süre içinde 30 milyon

kişinin ölümüne neden olabilecek bir terör hamlesinin mümkün olabileceğini söylüyordu. Devamında dinleyiciyi en çok sarsan kısım ise dünyanın önümüzdeki 10 ila 15 yıl içinde, böyle bir saldırıyla karşı karşıya kalması ihtimalinin çok kuvvetli olduğunu ifade etmesiydi.

Önceleri “bilgisayardan bir kimseye nasıl olur da virüs bulaşır?” diye sordum kendime, çünkü işin uzmanı olmasam da bilgisayar dünyasıyla arası iyi biri olarak çok ütopik gelmişti bu fikir. Fakat sonra kendime kızmaya başladım. Çok yüzeysel düşünmüşüm, çünkü böylesi bir tehditin yalnızca somut bir şekilde karşımıza çıkacağını sanmak yanılgıdan öte zaman kaybı. Böylesi bir hamlenin adı ister tekno virüs, ister biyoterör olsun, değişmeyen tek şey insanları hatta insanlığı hedef alması değil mi?

Dan Brown’un Inferno (Cehennem) adlı eserindeki, her geçen gün insanların sayısının artmasını engellemek için oluşturulan ve dünyanın bir yerinde hızla yayılacağı zamanı bekleyen virüs gibi hadiseler daha ağır basıyor mantığımızda. Nitekim insanlık, hastalık ve enfeksiyon adı altında çeşitli virüslerle karşı karşıya kalmaya başladı bile. Ama benim üzerinde durduğum nokta teknolojiyle insanlığı vuran gelişmeler. Farkındayız ve biliyoruz ki teknoloji şu an için ulaşılabilecek zirve noktasına çoktan, hızla ulaştı. Öyle ki çok da farklı yeni icatlar ya da geliştirmeler tavan yaptığı için duraklama dönemine girdi. Sosyal Medya mesela, muazzam olmanın yanında dinamik bir mecra ve olumlu yahut olumsuz nelere yol açabileceğinin sınırı yok. Hepimiz çok seviyoruz sosyal medya platformlarını, hepimizin ayrı bir dünyası var o sanal kıtada.

Ben mesela yazılarımı twitter, facebook gibi kanallarla sizlere ulaştırıyorum. En mutlu anlarını, bazen üzücü duyuruları, içtiği her fincan kahveyi, isyanlarını, dolaylı yoldan gücenme ya da öfke yüklü sözleri, başarısını, vb. daha pek çok konuya yönelik paylaşımlar yapanlar var bahsettiğim kanallar vasıtasıyla. Herkes elbette istediğini paylaşabilir, zaten sorun da bu değil ama bunun bağımlılık noktasına gelmesi. Öyle ki hastane odasında fena durumda olan bir hastaya yaptığı ziyarette hasta kişinin en son görünmek isteyeceği halini, vefat eden bir kimsenin toprağa defnini, plajda ayaklarının fotoğrafını hatta balayı suitini paylaşmayı kendine görev bilen, sanki aile üyeleriyle her gün bir arada değilmiş gibi -cım, -cim ekleriyle biten metiyelerle dolu, herkesin görmesi istenilen sevgi dolu sözler.. “Çok acımasız eleştiriyorsun be Tuğba!” diyeceksiniz ama eleştirdiğim asıl nokta bunlar değil, tabi ayak fotoğrafları takipçilere hakaret gibi, bunu yazmadan edemem. İfade etmek istediğim nokta, paylaşım bağımlısı, internet bağımlısı olma yolunda ilerleyiş. Bu durum, bırak interneti, içecek su bulamayan insanların yaşadığı topraklar hariç tüm dünyada böyle.

Beni en çok endişelendiren tarafı ise gençlerin yakalandığı tekno dalga. Günümüzün özellikle 20 yaş ve altı gençleri teknolojinin şahit olduğumuz en hızlı en renkli dönemine tanık oldular. İşin kötüsü dijital dünyanın yokluğunu tasavvur etmeleri neredeyse imkansız. Bir kısmı oyun bağımlısı, ergenlikten değil de hareketsizlikten obez gençler oldu bile. Televizyonda gündeme gelen hadiseleri izlerken internet ortamındaki bazı oyunların gençlerin zamanını gasp etmekle kalmayıp, ruhsal alanlarını da ele geçirdiği gerçeğini acı örneklerle görüyoruz. Rusya’da 130 gencin oynadıkları oyunda kendilerine verilen görev gereği intihar etmesi gibi.. Düşünebiliyor musunuz? tanımadıkları, hiç tanımayacakları birilerinin yarattığı oyunlarla zihinlerinin, hayatlarının kontrolünü başkasının eline kaptıran gencecik insanlar var yeryüzünde. Günde 16-17 saatini bilgisayar oyunlarıyla geçiren gençler..

Burada birinci görev aileye düşüyor ve aile üyeleri de tekno dünyanın ılık dalgasına kapıldıysa vah ki ne vah. Ama sorumluluğu aileye atmakla kurtulamaz kimse, çünkü eğitimciler başta herkesin sorumluluk üstlenmesi gerek. Aksi halde kontrolünü elimizden kaçırdığımız bu cazibeli dalganın kontrolüne gireriz, tıpkı Orta Asya efsanelerindeki mankurtlar gibi.. Zaten bu mümkün olursa her yıl 80 milyon artan dünya nüfusunu tehlike olarak görüp, kendi toplumunun menfaati için diğerlerini yok etmek isteyenlerin, hani orada burada terör saldırıları yaptıran, sağa sola tehdit yağdıranlardan bahsediyorum, ilk okuduğumuz paragrafın resmettiği gibi bir virüse ihtiyacı kalmayacak. Çünkü bu sanal virüs beynimizde hızla yayılıyor.

İlginizi çekebilir

KÖŞE YAZARLIĞI BİR ZANAAT

KÖŞE YAZARLIĞI BİR ZANAAT

selyus