Ana Sayfa EĞİTİM 6 Mayıs 2024

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli üzerine

Eğitim-Bir-Sen Genel Sekreteri Talat Yavuz, Millî Eğitim Bakanlığı’nın önümüzdeki Eğitim-Öğretim Yılı’nda yürürlüğü sokacağı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” konusunu kaleme aldı.

Özellikle de konuya ideolojik pencereden bakan muhalif kanadın itiraz ettiği yeni model üzerine detaylı bir yazı kaleme alan Talat Yavuz, konuya eğitimci penceresinden bakarak yeni model üzerine düşüncelerini eğitim camiası ve okuyucularına aktardı.

TÜRKİYE YÜZYILI MAARİF MODELİ ÜZERİNE

Bir eğitim modeli geliştirebilmek için öncelikle insanı ve eğitimi tanımlamak gerekir. Bu iki ana unsuru tanımladıktan sonra eğitim planımız için geçmiş tecrübemizi, bugüne dair ihtiyaçlarımızı ve gelecek tasavvurumuzu konuşabiliriz.

Bize göre insan madde ve mana, ruh ve bedenden oluşur. Eğitim ise en basit haliyle “bireyde istendik davranış geliştirme sürecidir.” Batı medeniyeti, insanın daha çok madde yani beden yönü ile bir diğer ifade ile hayvani ihtiyaçları ile ilgilenir. Özellikle dinin, kişinin kendi belirleyeceği, karışılmaz, uzak tutulması gereken alan olarak alınmasından sonra batı, daha çok insanın hayvani ihtiyaçlarına göre konumlanmıştır.

Eğitim bir tür içsel dönüşümdür. Kalıcı eğitim kişinin kendine verilen, aldığı, benimsediği veya ürettiği ne varsa ona değer verdiği zaman gerçekleşir. Bu yüzden insanı sadece maddeden ibaret zanneden yaklaşımlar, değerleri yok saymış, yanılmış ve insana yanlış yapmışlardır.

Bu temel ayrışma ülkeler arasında, hatta bizde olduğu gibi, aynı ülkede yaşayan ve bu iki farklı yaklaşımın tarafları arasında çetin bir mücadele alanına dönüşmüş durumdadır. Bu durum bir nevi doğu ile batının mücadelesidir. Güçlü olanın belirlediği, zayıf olanınsa direndiği ve kendini korumaya çalıştığı bir döngü devam eder gider.

Ülkemizde de eğitim her dönemin şartlarından ziyadesiyle etkilenmiş ve taraflar arasında tam bir çekişme ve mücadele alanı olmuştur. Cumhuriyetin ilk yıllarında, yüzünü batıya dönen genç devletimiz, batılı eğitimcilerin ürettiği içerik, kurduğu sistem ve yetiştirdiği öğretmenle “yeni bir ulus yaratmak” için kolları sıvamış, tarihine sırtını dönmüş, batıyı kurtarıcı ve medeni, kendini ise çağdışı ve geri olarak görmüştür. “Muasır medeniyetler seviyesine çıkabilmek” hedefi aslında bunu anlatmaktadır.

Gücü elinde bulunduran egemenlerin, geri kalmış ülkelerin eğitimlerini planlarken, onca para harcayıp eğitimci göndererek, UNICEF aracılığı ile müfredat yazarak, “Bunlar oldukça geri kalmış, öyle bir eğitim planlayalım ki gelip bizi geçsinler de yeniden dünyayı bize dar etsinler” diye aptalca davranmayacağını bilen feraset sahibi eğitimciler mücadeleyi bırakmamışlar. En zor zamanlarda, “bizim uşaklar başardı” dedikleri darbe dönemlerinde bile bu duruş sergilenmiş ve “yiğit düştüğü yerden kalkar” diyerek çareyi bu topraklarda aramıştır.

Batı bugün ürettiği bütün değerleriyle, kurduğu uluslararası örgütlerle ve temsilcisi olduğu medeniyetin söylem ve öğretileri ile insanlığa huzur getirememiş; sömürü, kan ve gözyaşı ile soykırımlarla, özellikle Gazze soykırımı ile dibe vurmuştur. Böyle bir dönemde eğitimden ekonomiye, bilimden dış politikaya bütün alanlarda en önemli ilkemizin “kendimize ait olan” olması artık mecburidir, hayati öneme sahiptir.

Başından beri özetlediğim gerekçelerle eğitimde, yeni bir eğitim felsefesine olan ihtiyacı uzun zamandır konuşuyoruz. Arayışımız çeşitli dönemlerde denenmiş ancak, ihtiyacımız olan derli toplu bir çalışma haline gelmemiştir. Pansuman tedbirler etkili olamamış ve bize ait bir içerikle eğitim yapma fırsatını bulamamışız.

Buradan, geçen hafta kamuoyu katkısına açılan, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeline gelecek olursak yukarıdaki kaygılarla yola çıkıldığını hemen söyleyebiliriz. İnsana bakışı, hedeflediği insan tipi, eğitimi konumlandırdığı yer, beslendiği kaynak ile yeni, başka ve bize ait bir model diyebiliriz.

Modele, eğitim değeri olan eleştirilerin az, diğer kaygılarla yapılan eleştirilerinse bir hayli fazla ve şiddetli olduğuna şahit oluyoruz. Yeni modelin, kendilerinin de sahip olduğunu düşündüğümüz “erdem, değer, ahlak, vatanseverlik, merhamet, şefkat, iyilikseverlik, seçicilik…” gibi hasletleri, çocuklarına vereceği için mi eleştiriyorlar acaba? Aklı başında biri ortak değerlerimizi çocuklarımıza kazandırmayı amaçlayan programdan neden rahatsızlık duysun?

Bir kesimin yönelttiği, “eğitim piyasalaştırılıyor, dinselleştiriliyor, çok dilli eğitim yok sayılıyor, cinsiyetçi yaklaşılıyor, yeni kavramlar içeriyor…” tarzı eleştirilerin, bundan önce eğitimle ilgili atılan bütün adımlar için de aynı cümlelerle söylenmesi, bu modelin değil de bu dönemde yapılan her şeyin klasik eleştirisi olarak mı almalıyız?

Anladığım kadarıyla ayrıcalıklı bir kesim, girişte ifade ettiğim gerekçelerle, hiçbir bakanın, batıya teslimiyetini ispat etmediği müddetçe müfredat geliştirme hakkının olmadığını düşünüyor. Bilinçaltına işlenmiş bu ilkel düşünce ve tutsaklık, sahiplerini üst perdeden konuşturuyor. Çünkü alışmışlar bu şekilde bir esarete ve yerli bir ekibin, devamında atılacak doğru adımlarla eğitimde köklü değişimi getirecek böyle bir müfredatı geliştirebileceklerine hiç ihtimal vermemişler.

Modeli anlatan ortak metinde geçen birçok kavramın, bireye ve medeniyetimize vurgu yapan çok kıymetli söylemlerin, daha önce, 2016 yılında Ziya Selçuk döneminde hazırlanan, 2023 Eğitim Vizyonunda da yer aldığında eleştirmeyenler, bugün neden acaba bu kadar güvensiz ve eleştirel bakıyorlar. Hâlbuki 2023 Eğitim Vizyon Belgesi’nde de çok önemli medeniyet, sanat, erdem, ahlak vurgusu vardı. Demek mesele başka, problem eğitim içeriği değil.

Yeniden modele bakacak olursak, ortak metni okurken dünyaya ve daha önceki eğitim yaklaşımlarına karşı bir manifesto okuyorum diye düşündüm. Felsefesini, çıkış fikrini, modellediği insan tipini önemli buldum. Bireyin çift yönlü eğitimini, bütüncül yaklaşımı, zikredilen değerleri, vurgu yapılan becerileri yerinde buldum. Yapılacak öneriler ve eleştirilerle teknik problemleri giderilir, eksikleri tamamlanırsa eğitim mücadelemizde yeni bir kilometre taşı olur.

Ancak bazı notlarımı da paylaşmak isterim. “Ders, ünite, amaç, konu, hedef, kazanım/beceri, işleyiş, etkinlik, yazılı, yazılı kâğıdı, sınav, kompozisyon, okuma parçası, ölçme, değerlendirme, karne, dosya, ödev, yıllık ödev, küme çalışması, başarı…” bu yerleşmiş kavramlarla kimin ne kavgası vardı merak ettim?

“Çıktı (yok çıkmadı diyesi geliyor insanın), öğrenme çıktısı, öğrenme alanı, süreç bileşeni, içerik çerçevesi, kanıt, öğrenme kanıtı, bilgi kümesi, bütüncül, tümleşik…” neden zorluyoruz, neyi anlatmakta zorlanıyoruz da bu kelimeleri uydurarak, zorlama yöntemlerle tamlama yaparak, güzel Türkçemizi, programda önemsediğimiz halde katlediyoruz.

Eğitime dair bazı kavramlar benim için gaz lambası, saman kağıdından matematik defteri, kollu kalemtraş kadar eski, anlamlı ve kıymetlidir. “Yeni maarif modelimizde, bilgi kümelerinden süzülen öğrenme kanıtlarımızı ölçümleyemedik” mi diyeceğiz şimdi. Maarifle kanıt aynı cümlede…

Akademimiz ve hocalarımız, bakanlık düzeyinde müdahale gelene kadar insana, döneme ve ülkemiz eğitimine dair esaslı değerlendirmeler ve yeni yaklaşımlar üretmek yerine, bu tür tanımlamalarla oyalanıp bilim ürettiklerini zannediyorlar kanımca.

Model olgunlaştırılır, sistemde yeni müfredatın gerektirdiği düzenlemeler yapılır, öğretmen eğitimleri, iyi hazırlanmış ders kitapları ve özellikle öğretmen kılavuz kitapları ile desteklenirse, geleceğimiz için büyük bir adım atmış oluruz.

Modern çağın korkusu insanın kendini tanıması ve olup biteni sorgulamasıdır. Bunu sağlayacak her adım önemlidir. İnsanın her şeye rağmen dokunulamayan ve yeni yaklaşımla bulup, işlenip, geliştirilerek insanlığın hizmetine sunulacak gizemi ise soykırıma karşı bizde ve batıda şehir merkezlerinde, üniversitelerde kendiliğinden ortaya çıkan isyanında gizli özüdür.

Fıtrat kavramına ve bu kavram üzerinden yeni modele saldıranlar galiba gelecekte neler olabileceğini görüyor. Umarım asıl görmesi gerekenler de geç kamadan görürler.

Talat YAVUZ

Eğitim-Bir-Sen Genel Sekreteri

[email protected]

selyus