Başbakan Erdoğan, “Kimin dava insanı, kimin de ikbal peşinde, koltuk peşinde, makam peşinde olduğunu çok daha net göreceğimiz bir döneme giriyoruz.
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin il danışma meclisinde yaptığı açıklamadan sonra araştırarak yapmaya çalıştığımız haberimizde gördük ki siyaset tarihinde ihanetlerin sonu hep hüsranla bitmiştir. Özal Mesut Yılmaz’dan, Tansu Çiller Mehmet Ağar’dan, Mesut Yılmaz Sadettin Tantan’dan, Deniz Baykal Kemal Kılıçdaroğlu’ndan ihanete varan darbe yemişler. AK Parti’de son zamanlarda lider giderse gelecek olana ihanet olur mu şüpheleri üzerine AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir açıklama yaptı. Başbakan Erdoğan’ın yaptığı açıklamalarda en çok dikkatimizi çeken de şu oldu: “Şuna ben kalpten inanıyorum, daha doğrusu inanmak istiyorum; bu teşkilat içinde, bu kadro içinde kendi şahsi hırslarını, davasının önüne geçirecek inşallah bir tek kişi bile bulunmuyordur”
Belki genel başkanlık düzeyinde olmayacaktır. Ancak cumhurbaşkanlığı seçim sonrası başlayacak olan il ve ilçe kongrelerinde bu olmayacak anlamına gelmez. Yine Başbakan Erdoğan’ın yaptığı bir başka açıklama “Kimin dava insanı, kimin de ikbal peşinde, koltuk peşinde, makam peşinde olduğunu çok daha net göreceğimiz bir döneme giriyoruz.
Evet, Başbakan Erdoğan’ın dediği bir döneme giriyoruz ancak; yetkililerin gösterdiği mevcut başkan veya yeni adayın karşısına çıkıp liste hazırlığı yaparak, liderine ihanet edenlerin olmayacağına da kimse garanti veremez. Bunu zaman gösterecek. Ama şu bir gerçek Genel Merkez Teşkilatlanma Başkanı Süleyman Soylu, paralel temizliği yaparken AK Parti’nin ahlak dokusuna uymayanları da ortaya çıkarıp göndermesi lazım.
Partisine, liderine ve başkanına ihanet edenlere dünya lideri Recep Tayyip Erdoğan, “Liderine ihanet eden, başka ihanetin mağduru olur” diyor…
TARİHTE YAPILAN İHANETLERİN ÖZETİ
Türkiye’de siyasetçilerin liderlerine yaptığı ihanetler tarihe geçmiştir. Geçmişte siyaseti 10yıllar boyu ahlaksızca yapan Süleyman Demirel, gelecektekilere hep kötü örnek olmuştur. Tansu Çiller’in Süleyman Demirel’e, Mehmet Ağar’ın Tansu Çiller’e, Mesut Yılmaz’ın merhum Turgut Özal’a, Sadettin Tantan’ın Mesut Yılmaz’a, Deniz Baykal, Hikmet Uluğbay, Zekeriya Temizel, Erdoğan Toprak ve Suat Çağlayan’ın merhum Bülent Ecevit’e, Kemal Kılıçdaroğlu’nun Deniz Baykal’a yaptığı ihanetler tarihte yerini aldı.
Günümüzdeki siyasette ise 12 yıl önce kurulan AK Parti’de ufak tefek ayrılıkların dışında liderinin arkasında duran milyonlar var. En azından şimdilik bir ihanet gözükmüyor.
AK Parti’de durum ne?
AK Pati Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması halinde parti içinde oluşabilecek olumsuzlukların önünü kesmek için partisinin İstanbul’da düzenlediği Danışma Meclisi’nde şu açıklamayı yaptı:
“Kimin dava insanı, kimin de ikbal peşinde, koltuk peşinde, makam peşinde olduğunu çok daha net göreceğimiz bir döneme giriyoruz. Şuna ben kalpten inanıyorum, daha doğrusu inanmak istiyorum; bu teşkilat içinde, bu kadro içinde kendi şahsi hırslarını, davasının önüne geçirecek inşallah bir tek kişi bile bulunmuyordur” dedi.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi yapılan tartışmaları değerlendiren bir başka isim ise Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Yeni başbakan kim olursa olsun, iki prototip şimdiden üretiliyor. Ya parlamenter sistemde bir başbakanda olması gereken özellikleri taşımayan, kişiliksiz bir tip ya da yıllarca beraber yürüdüğü partinin geçmiş liderine her an ihanet etmeye hazır vefasız, kimliksiz bir tip. Bu ikisi de AK Parti siyasetinde hayat alanı bulamaz” ifadelerini kullandı.
AK PARTİLİ MİLETVEKİLİNDEN İLGİNÇ BİR YAZI
AK Parti İstanbul Milletvekili Yalçın Akdoğan, Star Gazetesindeki köşesinden durup dururken bu yazıyı niye yazdı diye geçiyor aklımızdan!
AK Parti’nin ahlaki dokusu…
AK Parti merkez siyasetin pragmatist, popülist, fırsatçı, çıkarcı partilerinden biri değildir. AK Parti bir “çıkar birlikteliği’ne değil, bir “değer birlikteliği’ne dayanıyor. Dava şuuru, hizmet aşkı, gönül kazanma gayreti, medeniyet ufku AK Partililerin siyaset yapma amacını da, tarz ve yöntemini de belirliyor.
Büyük kitle partilerinde farklı amaçlarda olanlar, yanlış yapanlar, kişisel hesap güdenler elbette olabilir. Ancak AK Parti gibi değer yüklü bir siyasi harekette kişisellik, hesapçılık, menfaatçilik yer bulamaz.
AK Parti’nin felsefesinde kişisel kariyer planlaması, şan-şöhret sevdası, koltuk hırsı veya maddi çıkarı için partiyi bir araç gibi görmek yoktur. Tayyip Erdoğan liderliğindeki bu hareketin temel vasfı ahlaki siyaseti ve insana hizmeti esas almasıdır.
Amacı ve hedefi insanın tavrını, davranışını, ilişki biçimini de belirler. Maddi ve süfli amaçlar peşinde koşanların davranışları da, tavırları da, ilişki biçimleri de sorunlu olur. Kin, hırs, ayak oyunu, yalan, gıybet ulvi amaç taşıyan bir kişinin karakterinde yer bulamaz. Kardeşlik, muhabbet, samimiyet, gönül alma, tevazu, hoş görme, kendini öne çıkarmama ulvi amaç taşıyan dava adamlarının temel özelliklerindendir.
AK Partinin her bir neferi siyaseti ahlakla, erdemle, edep ve nezaketle yapmaya gayret gösterir.
Gerektiğinde susmayı, ihtiyaç olduğunda kükremeyi bilen AK Parti neferleri bugüne kadar bu çizginin hadimi olmuşlardır. Nitekim AK Parti bu kadar badirelere, zorluklara, meşakkatlere göğüs gerebildiyse; bu kadar darbeleri, müdahaleleri, kirli tezgahları ve saldırıları püskürtebildiyse bunda bu dava bilincinin büyük rolü vardır. Hiçbir güç, parti bütünlüğünü sarsamamış, bu büyük hareket içine fitne düşürememiştir. Bunu dışarıdan da içeriden de başaramamışlardır.
Bu büyük mücadeleyi ortaya koyan, bu sessiz devrimleri yapan, bu tarihi hizmetleri gerçekleştiren AK kadrolar her yönüyle rüştünü ispat etmiştir.
13 yıldır bu hareketin hangi kademesinde olursa olsun her bir partili, isterse mahalle/sokak temsilcisi olsun bu büyük hareketin geleceğinde söz sahibidir, bu partinin herkes kadar gerçek sahibidir. Ana kademedekiler de, kadın veya gençlik kollarındakiler de bu partinin asli unsurudur.
AK Partililer yaşa, tecrübeye, makama, geçmişe saygıda kusur etmemekle birlikte kimsenin iradelerine ipotek koymasını veya kendilerini küçümsemesini kabul etmemişlerdir. Bu başarının altında yatan sır parti disiplinine, parti ahlakına, parti hiyerarşisine herkesin uyması, herkesin birbirine hürmet ve saygı göstermesidir.
AK Parti’de kimse kimseye büyüklük, efendilik, patronluk taslamaz.
Kimse kimseye had bildirmeye yeltenmez.
Kimse kimseyi küçümsemez, hor görmez, aşağılamaz.
Herkes birbirinin yanlışını telafi etmeye, eksiğini gidermeye, yükünü paylaşmaya çalışır. Herhangi bir AK Partili’ye yönelen saldırı topyekün göğüslenir, herkes birbirini Allah için sever ve savunur.
Senlik-benlik kavgası AK Parti içine girmemiştir, bundan sonra da giremez.
AK Parti içinde lobicilik, kulisçilik, ekipçilik yapılmaz, yapan kendi kaybeder.
AK Parti içinde kast sistemi, ağabeylik sistemi, ağalık sistemi yoktur. En son üye, ilk günkü üye kadar AK Partilidir. En düşük makamdaki kişi, yüksek makamdaki kişi kadar, en genci en yaşlısı kadar değerlidir, saygındır.
AK Partinin ahlak dokusu çok güçlü bir şekilde örülmüştür. Davası için nefsini ayaklar altına almayı başaran bu kutlu kadro her türlü nifakı boşa çıkarmıştır. AK Parti’nin bağışıklık sistemi parti bütünlüğünü en güçlü şekilde muhafaza etmeyi başarmıştır.
Önümüzdeki süreçte de AK Parti ailesi iç bütünlüğünü, parti disiplinini, dava ahlakını koruyarak; sevgiyle, hürmetle, muhabbet ve samimiyetle kutlu yolculuğuna emin adımlarla devam edecektir.
TARİHTE SİYASETTE Kİ İHANETLERİ HATIRLAYALIM!
Siyasi ihanet işte böyle bir şey
DP’nin çizgisini sürdürmek ve mensuplarının siyasi yasaklarını kaldırıp memnu haklarını iade etmek üzere kurulan Adalet Partisi, başına Süleyman Demirel geçince tam tersine 27 Mayısçılarla işbirliği yaparak bunu engelledi. Çünkü DP’lilerin siyasi yasaklarının kalkması halinde Demirel’in koltuğunu koruması kolay olamayacaktı!
Özal’ın vefatı üzerine bu kez Demirel Köşke çıkınca DYP’nin başına demir leydi diye Tansu Çiller getirildi. Çiller Demirel’e, Demirel de Çiller’e fırsat bulduklarında ihanetten hiç geri durmadılar. Demirel, 28 Şubat sürecinde Çiller’e ölümcül bir darbe vurarak onun yerine Mesut Yılmaz’a hükümeti kurma görevi vermekle son ihanetini gerçekleştirdi.
DYP’nin seçim barajının altında kalması üzerine Çiller istifa edince daha önce İçişleri Bakanı yaptığı ve kendisine ihanet eden Mehmet Ağar genel başkan seçildi.
Mehmet Ağar ANAP ile birleşmek üzere partinin ismini DP olarak değiştirdi ama başaramadı. Bu başarısızlıkla girdiği 22 Temmuz 2007 Seçiminde DP’yi hazine yardımı alma barajının da altına düşüren Ağar’da istifa etmek zorunda kaldı.
Tansu Çiller ile mücadelesini sürdürdüğü DP kongresinde Mehmet Ağar adamını seçtiremeyip bir kez daha kaybetti ve Süleyman Soylu genel başkan seçildi.
Cindoruk oy vermediği DP’ye Genel Başkan oldu!
Süleyman Soylu ise 29 Mart 2009 Yerel Seçiminde, DP’nin Mehmet Ağar ile girdiği son seçimde aldığı oyun da altına düşünce istifasını açıkladı. Ne var ki son kongrede yeniden aday oldu ve fakat genç bir lidere ihtiyaç var diyen 80’ine merdiven dayamış rakibi Cindoruk Genel Başkan seçildi!
Demirel ve Cindoruk açık bir dayanışma içerisinde kongrede birlikte mücadele verdiler. Bu her iki zatın da son seçimde DP’ye oy vermedikleri, oy kullandıkları sandıklarda DP’nin sıfır oy alması ile ispatlandığı halde delege bunu umursamadı. Böylece DP misyonunda bir kez daha vefasızlık ve ihanet kazanmış oldu.
Bu ihanet ve vefasızlık misyonu son seçimde Elazığ DP örgütünde de benzeri şekilde yerine getirildi. Önceki seçimde 80 bin civarında oy alan DP bu seçimde sadece 1000 oy alabildi. Bu da DP’den aday olan başarılı işadamı Damat Giyim’in sahibi Levent Yiğit’in şahsi oyu idi. Çünkü DP örgütü kendi adayına çalışmak yerine desteklediği MHP adayı Enver Erdem’e oyunu verdi.
…Ve devam eden ihanet zinciri dönüp dolaştı, DP nihayet bu misyonun yetiştirdiği en büyük adamlarından Süleyman Demirel ile Hüsamettin Cindoruk’un kucağına düştü.
Tabii, yeniden canlanmak için değil, siyasi hayata veda etmek üzere. İki yaşlı kurt ihanetle devraldıkları bir misyonu bir süre ihanete kaptırdıktan sonra yeniden ihanetle ele geçirdiler. Galiba birlikte kucak kucağa ölecekler. Çünkü DP misyonu artık son sahiplerinin eline düştü.
Görülüyor ki bir şey nasıl başlarsa öyle gidiyor. İhanet, işbirlikçilik ve muvazaa üzerine kurulan bir misyondan sadakat ve vefa çıkmıyor, her şey aslına rücu ediyor.
Hayatta yaşanan bu tür olaylardan ders çıkartmak, ibret almak gerekir. Yoksa aynı şeyler insanların ve toplumların karşısına dönüp dolaşıp tekrar çıkar. Kaynak: Sururi Seçmen
BİR BAŞKA İHANET GERÇEĞİ
Şimdilik, grekoromen!
Şu müthiş cümle, Mesut Yılmaz’a ait: “Hiçbir parti ANAP kadar ihanete uğramadı!” Bu sözleri duyunca bir an için sendeledim ve “Acaba, Mesut Yılmaz, ANAP’ın 18. kuruluş yıldönümü vesilesiyle, tarihi bir itirafta bulunup, Özal’ın elinden partiyi nasıl aldığını mı anlatmaya çalışıyor?” diye düşündüm…
Hadise, elbette düşündüğüm gibi değildi! ANAP lideri, “ihanet” sözcüğü ile, İçişleri Bakanı Tantan’a “şifreli” bir göndermede bulunuyordu…
Yılmaz, partisinin İstanbul İl Kongresi’nde “kendi reklamı için ANAP’ı kullanmak isteyenler varsa, bunlara sesleniyorum, artık yakamızdan düşsünler” diyordu…
Mevcut siyaset mekanizmasına uyum sağlayamadığı, görevini hakkıyla yapmaya çalıştığı için ANAP’ın yakasından düşmesi gereken İçişleri Bakanı Tantan’dı!
Bu, Mesut Bey’in ilk “Yakamızdan düşün” çıkışı da değildi: Yılmaz, 1991’de Özal ailesinin “inanılmaz ve de unutulmaz” katkılarıyla ANAP’ın başına geçmiş, hiç vakit geçirmeden de Özal’ın reformcu misyonunu ANAP’ın yakasından düşürüvermişti…
Turgut Özal, Yılmaz’ın genel başkan olmasının ne anlama geldiğini fark ettiğinde iş işten geçmiş, Turgut Bey’in bu tarihi hatası, ANAP’ın statükonun lokomotif partisi olmasına yol açmıştı…
Yılmaz, ANAP’ın başında onuncu yılını doldururken, artık hiçbir şey eskisi gibi değildi. Köprülerin altından çok sular akmış, Mesut Yılmaz sık sık, Statüko’nun partisini bir kalemde siliverdiğinden şikayet eder olmuştu…
Yılmaz’la ANAP’lı Bakan Tantan’ın sözel düello noktasına gelecekleri ise, ta başından belliydi. Onların yollarını Beyaz Enerji Süreci ayırıyordu…
Mesut Yılmaz, ANAP’ın dünkü “basına kapalı” grup toplantısında, (isim vermeden) Tantan’a çok daha sert çıktı:
“Başkalarıyla işbirliği yapanlar haindir. Bakanlar başkalarıyla işbirliğine giremezler. Girerlerse ben de görevden almasını bilirim.”
Yılmaz, bu sözleriyle, Beyaz Enerji hadisesinde Tantan’ın Jandarma ve Talat Şalk’la birlikte hareket etmesinden duyduğu rahatsızlığı resmetmiş oldu…
Tantan ise, ANAP grup toplantısından sonra, Avrupa Şampiyonu güreşçilerimizi kabulünde, içinde bulunduğu siyasi çatışmayı güreş jargonuyla ifade etti…
“Biz diskalifiye olmayı ve tuş olmayı sevmeyiz” diyordu, eski Güreş Federasyonu Başkanı!
Aynı jargonu kullanacak olursak, Tantan’la Yılmaz arasındaki müsabakanın şimdilik grekoromen stilde cereyan ettiğini söylemek zorundayız. Böyle giderse, serbest stili tercih etmeleri de mümkün!
Mesut Yılmaz, “Bakanları ben seçer, yine ben görevden alırım” diyerek Tantan’ı sert bir dille uyarıyor; ama şu ana kadar da görevden alabilmiş değil…
Bir an için Tantan’ı görevden aldığını düşünelim. Kamuoyunda “yolsuzlukların üzerine giden bakan” imajına sahip Sadettin Tantan’ın bakanlıktan alınması kime zarar verir? Hiç kuşkusuz Mesut Yılmaz’a!
Şu anda bile, toplum nezdinde kaybeden, ANAP lideri!
Aynen, Ortaklar’ın Derviş’le giriştiği karakucaktan her defasında itibar kaybederek çıkmaları gibi!
Yılmaz / Tantan kapışması, bizlere Türkiye’deki mevcut siyasi yapının temel özellikleri hakkında da net bir fikir veriyor…
Partisinin -doğrusu liderinin olacak- düşündüğü gibi düşünmeyen ya da bakanlık görevinin gereklerini yerine getirmeye çalışan bir bakan, artık o partide kalamaz!
Ayrıca, adama sorarlar “Partide olmasaydın, şimdi neredeydin? Seni bu parti bakan yaptı” diye! Madem seni bu parti bakan yaptı, sen de gözlerini kapayacak, vazifeni liderinle uyumlu kalarak, yapacaksın! Kaynak: Tamer Korkmaz