Bu hafta sonu sosyal medyada trend topic olan bir dergi kapağı ile karşılaştık. Fransa’da haftalık olarak yayımlanan haber ve analiz dergisi Le Point, “2025 – Yeni Dünya Düzeni” başlıklı bir özel sayı yayınlamıştı. Kapağında ise, küresel siyasete yön veren dört lider vardı: T.C. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD Başkanı Donald Trump, Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin. İşte derginin analizinde yer alan o yeni dünya düzenine yön verecek yegane liderlerdi…
Derginin tanıtımında “Gerçek bir analiz hazinesi olan bu özel sayı, dünyanın dört bir yanından çok sayıda özel raporun yanı sıra güncel krizlerin sorunlarını çözümleyen bir dizi infografik ve grafikle yeni dünya düzeninin getirdiği zorluklarla başa çıkma yeteneğimizi sorguluyor. ” ifadeleri mevcut. Elbette siyaset bilimciler bu analiz ve verilerin ortaya konuluş biçimlerini analiz edeceklerdir. Ancak sayının özetinde yer alan şu ifadelerden konunun ele alınış biçimi ve ereği konusunda çıkarsamalar yapmak mümkün: “Le Point, bu özel sayısında otokrasiler ekseninde bölünmüş bir dünya ile istikrar arayışındaki demokratik Batı arasında kalan bir dünyayı vurguluyor.”… Özetle denilmiş ki; bu dört lider otokratik eksenleri oluştururken, biz Batılı demokrasiler çaresizce esen rüzgarların arasında sıkışıp, kalıyoruz.
Bu sözleri okuduğumda ilk olarak Akif’in o meşhur dizesi “Medeniyet! dediğin tek dişi kalmış canavar!” aklıma düştü ve de tabii ki sorulması gereken deli sorular… O halde geçelim sorulara:
1- Pardon ama hangi demokratik Batı? İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tamamen siyasetsizleşen ve ABD’nin küresel müesses nizamının en başat parçası olan Avrupa mı?, Günümüzde kendine has bir varlık ortaya koyamadığı hatta jeostrateji geliştiremediği için sınıfta kalan Avrupa mı? Bazı gerçekler acıdır; Avrupa, tıpkı bir gün gelip kendi hamilerinin Münih Güvenlik Konferansı’nda suratlarına o gerçeği haykırdığı gibi şimdi kendi seçmeninin tercihinden korkan ve kayda değer bir lider çıkaramayan bir yapının ta kendisidir. Kendi ülkelerinde türlü çeşit islam düşmanlığı, ırkçılık yapan ve aynı zamanda (İspanya, İrlanda gibi ülkeler hariç) Gazze’deki soykırımda devletler olarak Siyonistlere sesini yükseltemeyen yine Avrupa’dır. O halde artık demokrasi kisvesi ardında Batı emperyalizminin sinsiliğine kanmayacağımızı da bilmeleri gerekmektedir.
2- Bizden olmayana ya da bize biat etmeyene otokrat deriz olur biter… Bu tarz bir yaklaşım; Batının kendisi dışında olanlar ve/veya üzerindeki kontrolünü kaybettiği hemen her ülkeye tarih boyunca sergiledikleri tavırdır. Unutmamak gerekir ki; seçilmiş başkanları antidemokratik bulan Batı, gerektiğinde ve kendi emperyalist çıkarlarına hizmet ettiğinde darbeyle gelen liderleri bile bağrına basmıştır… O yüzden ne kendi liderimiz olan ve defalarca demokratik seçimlerle gelen Türkiye’nin Cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan’ı; ne de ikinci kez ve bu defa büyük farkla başkan olan Trump’ı otokratik olarak tanımlamak, dönüşen, değişen dünya siyasetini okuyamamak anlamına gelmektedir. Çin ve Rusya liderlerini de yine o gözle tanımlayan Avrupa’nın kendi ülkelerinde yükselen aşırı sağ partiler ise, dikkat çekicidir…
Dünya siyaseti de ekonomisi de önemli bir dönemeçten geçiyor. Buna bir paradigma değişimi diyebiliriz. Üstelik bu oluşum ABD Başkanı Trump’la başlamadı, hem çok daha önceye dayanıyor hem de pek çok parametresi var. Küresel Finans Krizi’nden sonra artan fon kaynakları ve Çin’in DTÖ’ne girmesiyle üretimsizleşen Batıya karşılık, her geçen gün yatırım alan ve üreten Çin başta olmak üzere Batı dışı ülkeler, nihayet emperyalizmin ayrıcalıklı pastasından pay kapmaya başladı. Bu esnada tamamen siyasi ereklerle üye seçimi yapan ve Türkiye’yi bağımsız olduğu için dışlayan AB ise, aşırı borç yüküne karşılık regülasyonlara boğulmuş ve kendi içine hapsolmuş bir ekosisteme büründü. Burcu Kösem / Para-Borsa