Yasemin Özsaraç yazmaya başladı

Yasemin Özsaraç yazmaya başladı

Geçmişte Sivil Toplum Kuruluşu’nun başında uzun yıllar görev alan ve halen deneyimlerini aktarmak üzere STK’ların içinde olan Yasemin Özsaraç, aynı za

Yasemin Özsaraç yazmaya başladı

Geçmişte Sivil Toplum Kuruluşu’nun başında uzun yıllar görev alan ve halen deneyimlerini aktarmak üzere STK’ların içinde olan Yasemin Özsaraç, aynı zamanda Vira Dergisi’nin köşe yazarlığını yapıyor. Zaman zaman Yerel Haber İstanbul’a haber desteğini de esirgemeyen Özsaraç’ın Vira Dergisinde ki son köşe yazsısını sizlerle paylaşmak istedik.

SARAY İNŞA ETMEK İÇİN EN MÜHİM ŞEY NEDİR?

Beylerbeyi ve çevresinin yerleşim alanı olarak kullanılması tarihte oldukça gerilere, Bizans dönemine kadar gitmektedir. 18. yüzyılda yaşamış olan ünlü gezgin İnciciyan’a göre, Büyük Kontstantinus’un diktirdiği bir haçtan dolayı Bizans döneminde “İstavroz Bahçeleri” adıyla anılan yöre, Osmanlılar döneminde Padişahların Has Bahçelerinden biri olarak kullanılmıştır. Yine İnciciyan’a göre buraya “Beylerbeyi” adının verilişi, 16. yüzyılda Beylerbeyi Mehmed Paşa’nın burada bulunan köşkünden kaynaklanmaktadır.
Çeşitli dönemlerde padişahların ilgisini çeken Beylerbeyi, yaptırılan kimi köşk ve kasırlarla yazlık olarak kullanılan bir niteliğe kavuşmuş, 1829 yılında Sultan II. Mahmud’un yaptırdığı ahşap Sahil Sarayı ile yeni bir hareket kazanmıştır. Bu ahşap saray 1951 yılında çıkan bir yangın sunucunda bir kısmı yanmıştır, bu yangın sırasında Sultan Abdülmecid içinde olduğu sırada yanan saray arazisi halka dağıtılır. Daha sonra tekrar geri halktan alınan saray atıl bir durumda boş bırakılır.. Bugünkü Beylerbeyi Sarayı, Sultan Abdülaziz tarafından II. Mahmud’un ahşap Sahil Sarayı yıktırılarak 1861-1865 yılları arasında, dönemin tanınmış mimarı Sarkis Balyan’a yaptırılmıştır. Saray genellikle yaz aylarında, özellikle de yabancı devlet başkalarının ağırlanmasında kullanılmıştır. Sırp Prensi, Karadağ Kralı, İran Şahı, Fransız İmparatoriçesi Eugenie bunlardan bazılarıdır. Sultan II. Abdülhamid de 1918 yılında, ömrünün son altı yılını geçirdiği bu sarayda ölmüştür diyerek asıl konuya girelim.
“Beylerbeyi sarayının kurulacağı arazi bir acı veren olaya tanık olarak uğursuz damgasını yemiş ve beklemeye geçmiştir “
Dönemin padişahı Sultan Abdülaziz 1861-1865 yılları arasında Saray Mimar’ı “Sermimar-ı Devlet” olan Sarkis Balyan ile Hassa mimarı Agop Balyan’dan Anadolu yakasında Boğaz’ın en serin yerinde bir saray yapılmasını ister. Ve asıl işin püf noktası da burada başlar. Feodal toplum da Mimar bir dizi eğitim ve uygulamadan geçerek topluma katılan yüksek yöneticidir. Gene şu kadarını belirteyim ki ; bu eğitim bir çok kişinin sanısının tersine sadece yönetici grubun tüketim eğilimlerine cevap verecek bir usta yetiştirmez .Toplumsal statü ve teknik yaratı temek taşlarının yanında Beylerbeyi sarayının çok ilginç bir temel taşı daha vardır “KUZU”..
Bu Rivayet şöyle başlar; Dönemin padişahı Anadolu yakasında Boğaz’ın en serin yerinde bir saray ister saray mimarları seferber olur ama o dönem teknolojisine göre işleri bir hayli zordur. Balyan kardeşler sarayın yerini belirlemek adına çalışmalara başlar ama aradan uzun bir süre geçmesine rağmen sonuç elde edilemez…
Yine bir akşam Bağlarbaşı yokuşundan aşağı inerken alışverişini yapan Mimar Sarkis elleri dolu bir şekil de kasap dükkanına girer ve nefeslenmek için oturup birkaç müşterisin den sonra kasap dükkanının sahibi yorgun müşterisine bir çay söyler, çaylar yudumlanırken sohbet başlar ve mimar Balyan yeni görevinin bir saray yapmak olduğunu ama bu sarayın Anadolu yakasında Boğaz’ın en serin yerine yapılması gerektiğini ve bu konuda ki çaresizliğini bir çay bardağı çayı bitene kadar anlatır ve derin bir nefes alır. Kasap güler, beyim der bundan daha kolay ne var. Sarkis şaşkınlığını atlatamadan kasap anlatmaya başla. Beyim der kasap boğazın her yerine bir “KUZU KARKASI” as ve bekle sonrasında astığın bu yerlerden “KUZU” en son nerede çürümeye başlar ise sarayı oraya yap Mimar Balyan bir çay daha ister ve gülümser bu sefer ki çayı yudumlarken keyiflidir çünkü toplum ve halk öğretileri üzerine bir staj daha yapmıştır. Sabah olduğunda akşama kadar Boğaz’ın her yerine ara ara “KUZU KARKASI” asılır ve hava akımının en serin olduğu ve uğursuz toprak parçası olarak atıl durumda bekletilen bu yerde “kuzu” eti en son çürürken Beylerbeyi sarayı doğar…Bu muhteşem yapının kasaplar arasında ki hikayesi budur..
Tarih değerlendirilirken kayda geçmeyen bazı sesleri de hatırlamak lazım diyerek hoşçakalın diyorum mavi dostları…

Yasemin ÖZSARAÇ

Etiketler:
selyus