Veli DALBUDAK

Selam Olsun

GİZLİ KALMAZ

Devletimize sonsuz kere bağlıyız. Onu çok seviyoruz. Başka gidecek yerimiz yok. Başka pasaportumuz da yok! Ama soracak sorularımız var…

Şu gökkubbenin altında hiçbirşey gizli kalmaz.

Ama bu dünyada ama öbür dünyada hesabını verirsin.

Hrant’ın, Trabzon’un kenar mahallelerinde yaşayan gariban çocuklar tarafından öldürüldüğüne hiç ama hiç inanmadım.

O şüpheler son çıkan görüntülerle şüphe olmaktan çıkıp, gerçeğe dönüştü.

Aynı şüpheler Muhsin Yazıcıoğlu için de söz konusu.

Dört ayaklı minarenin gölgesinde canlı yayında öldürülen Tahir Elçi için de.   

Eski kafa yazarlar gibi ‘ben demiştim’ falan diye hava atacak değilim.

Hatırlayalım istedim…

Çünkü unutursak hepimiz yaşarken ölürüz.

İşte 7 Aralık 2015 tarihli yazım…

HRANT, MUHSİN ve TAHİR…

Devletimize sonsuz kere bağlıyız.

Onu çok seviyoruz.

Başka gidecek yerimiz yok.

Başka pasaportumuz da yok!

Ama soracak sorularımız var…

Hain olduğumuz için değil, sevgi ve saygıyla bağlı olduğumuz babamızın bilmek istediğimiz bazı şeyleri bilmemizi sağlamasını istiyoruz.

Şüphe düşen kalbimizin mutmain olmasını arzuluyoruz.

Çünkü zamanında giderilmeyen şüpheler araya soğukluk katar.

Üstelik benim için epey sabıkalı bir geçmiş taşıyor yakın tarih.

Yalnızca şu son 50 yıla şöyle bir baksak, ihtilaller, muhtıralar, faili meçhuller ve postmodern darbeler gırla gidiyor.

Derin devlet, devlet içindeki devlet, kontrgerilla, gladio terimleri o kadar tanıdık ki bize.

O yüzden ne yazık ki her taşın altında bir şeyler arıyoruz.

HRANT

Agos adındaki Ermeni cemaate yönelik yayın yapan gazetenin genel yayın yönetmeniydi.

Ben okuyan yazan birisi olarak ismini ilk defa, medyadan öldürüldüğüne dair haberler verilirken duydum.

Sokaktaki vatandaşın da benden pek farklı olduğunu zannetmiyorum.

Ama ölümünden sonra öğreniyoruz ki, Trabzon’un kenar mahallelerinde birkaç genç (ki biri MİT muhbiri) bu adamcağızı öldürebilmek için türlü türlü planlar yapmışlar.

Devletin çeşitli güvenlik birimleri de değişik zamanlarda birbirlerini bu konuda bilgilendirmişler.

Tüm bunlara rağmen adeta görünmeyen bir elin açtığı güvenlik koridorundan ilerleyen bıyığı yeni terlemiş genç katil kirli emeline ulaşıyor.

Ve neredeyse maktul daha Halaskargazi Caddesinde vurulduğu yerde yatarken, aynı caddede “Hepimiz Ermeniyiz” dövizlerini taşıyan yüzlerce insan protesto yürüyüşüne başlıyor.

Bizim gibi planlı organizasyonlara bile en az yarım saat geç giden organizasyon özürlü bir millet için normal karşılanamayacak kadar anormal bir durum bu.

Sonrasını biliyorsunuz, önce yer yerinden oynadı ama neticede katledilen Hrant ve perdenin önündeki Trabzonlu köylü çocuklarından başka kimseye birşey olmadı.

MUHSİN

Akranlarının filmlerde seyrettiği, kitaplarda okuduğu aksiyon dolu bir hayatın başrol oyuncusuydu.

Ülkücüydü.

En cuvcuvlu dönemde Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı yapmıştı.

12 Eylül’de tutuklanıp 7,5 yıl hapis yatmış, sonra beraat etmişti.

1992’de Başbuğ Türkeş’e rest çekip MÇP’den ayrıldı ve Büyük Birlik Partisi’ni kurdu. Mücadeleci ve çilekeş bir karakteri vardı. Partiyi sıfırdan var etti.

Partisi ve kendisi Türk siyasi hayatında hiçbir zaman barajı geçememesine rağmen her zaman önemli bir yer tuttu.

2009 yılında elim bir helikopter kazasında hayatını kaybetti.

Vikipedi’de kullanılan ifade aynen şöyle: “Ölümünün arka perdesi aydınlatılamamıştır”. Bu köşeye misafir olma sebebi de bu zaten.

Yoksa Muhsin Başkan için yazacaklarım birkaç kitabı doldurabilir.

Devletin Valisi sağ olduğuna dair bilgi verdi. Her kafadan bir ses çıktı.

Gazeteci İsmail Güneş dakikalarca telefonla görüştü.

Nihayetinde enkaz Devletin arama yaptığı bölgenin 115 km. uzağında gönüllü arama yapan köylüler tarafından bulundu.

Yıl 2015 aylardan Aralık yani neredeyse 2016 ama Vikipedi’nin dediği gibi perdenin önündekiler öldü.

Perde arkası ise Devletin karanlık bölgesinde kalıyor…

TAHİR

PKK terör örgütü değildir dedi televizyondaki açık oturumda canlı canlı.

Kafayı yemiş gibiydi.

Kamuoyu ondan çok Ahmet Hakan’a yüklendi.

Niye programında böyle bir saçmalığa müsaade ettin diye.

Tam konu kapandı diye düşünürken bir film sahnesi kıvamında her türlü aksiyonun tüm soslarıyla boca edildiği gerçek bir final sahnesi izledik.

Tahir Elçi öldürüldü.

Esas oğlan öldü, “THE END” yazar ve film biter diye düşünüyorduk.

Ama üzerine iki de polis katledildi.

Artık biter dedik fakat film bitmiyordu bir türlü.

Yönetmen bu “Dört Ayaklı Minare” sahnesini çok sevmişti.

Yada eksik kalan birşeyler vardı.

Savcılar ve delil toplayıcılar da dahil oldular meçhul bir yerden sıkılan bol kurşunlu sahnelere.

Günlerce sürdü bu plan çekimi.

Hangi merminin nerden sektiği, hangi çekirdeğin nereye düştüğü, hangi kurşunun hangi silahtan çıktığının izlerinin kapatılıp kapatılmadığını ileride göreceğiz.

Şimdilik perde kapandı, çamura batmış mermi çekirdeklerininin günlerce çiğnendiği “Dört Ayaklı Minare” gölgesinde.

Ölenler her zamanki gibi yine perde önünde, umarız perde arkası devletin karanlık bölgesinde kalmaz.

selyus